ESMA DERSLERİ – 2 – “HÛ” VE AÇIKLAMASI
{{(“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”
“BismillahirRahmanirRahıym”
El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.)}}
KUR’AN DAN BAZI AYETLER;
1 – Fetelakka Ademü min Rabbihi kelimâtin fetâbe aleyh* inneHU HUvetTevvaburRahıym; (Bakara/37)
Âdem, Rabbinden (beynindeki Esmâ mertebesi boyutundan) gelen ilim ile -kelimeler- (yapmaması gerekeni fark edip, kendisinden açığa çıkan vehmine tâbi olma hatasını itiraf edip) tövbe etti. Tövbesi kabul edildi. Şüphesiz ki HÛ; O, tövbeyi kabul edip Rahıymiyeti ile bunun güzel sonuçlarını yaşatandır.
2 – Fein amenû Bi misli mâ amentüm BiHİ fekadihtedev* ve in tevellev feinnema hüm fiy şıkak* feseyekfiykehümüllahu ve HUves Semiy’ul ‘Aliym; (Bakara/137)
Eğer onlar da, sizin O’na iman ettiğiniz kapsamda iman ederlerse, hakikate giden yolu bulmuş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse, parçalanmış ve dar kafalı olarak kalırlar. Onlara karşı Allâh sana yeterlidir! “HÛ”; Es Semi’dir, El Aliym’dir.
3 – Allâhu lâ ilâhe illâ HÛ* elHayy’ül Kayyûm.. (Bakara/255)
Allâh O, tanrı yoktur sadece HÛ! Hayy ve Kayyum (yegâne hayat olan ve her şeyi kendi isimlerinin anlamı ile ilminde oluşturan – devam ettiren)
4 – HUvelleziy yüsavviruküm fiyl erhami keyfe yeşa’* la ilâhe illâ HUvel Aziyz’ul Hakiym; (A. İmran/6)
Sizi rahimlerde (ana karnında – Rahıymiyetinde – varlığınızı oluşturan Esmâ mertebesinde) dilediği gibi şekillendiren (oluşturan – programlayan) “HÛ”dur! Tanrı yoktur sadece “HÛ”; Aziyz’dir, Hakiym’dir.
5 – ŞehidAllâhu enneHÛ lâ ilâhe illâ HUve, vel Melâiketü ve ulül ‘ılmi kaimen Bil kıst* lâ ilâhe illâ HUvel Aziyz’ül Hakiym; (A. İmran/18)
Allâh şehâdet eder, kendisidir “HÛ”; tanrı yoktur; sadece “HÛ”! Esmâsının kuvveleri olanlar (melâike) ve Ulül İlm de (ilim açığa çıkardığı mahaller) bu hakikatin Hak oluşuna şehâdet eder, Adl’i kaîm kılarlar. Tanrı yoktur, sadece “HÛ”; Aziyz, Hakiym’dir.
6 – Kul ya eyyühenNasü inniy Rasûlullahi ileyküm cemiy’anilleziy leHU mülküs Semavati vel Ard* lâ ilâhe illâ HUve yuhyiy ve yümiyt*(‘Araf/158)
De ki: “Ey insanlar… Kesinlikle ben hepinize gelmiş Allâh Rasûlü’yüm… Semâların ve arzın mülkü ‘HÛ’nundur! İlâh yoktur sadece ‘HÛ’! Diriltir, öldürür! Bu yüzden iman edin, Esmâ’sıyla nefsinizin dahi hakikati olan Allâh’a ve Ümmî Nebi olan O Rasûl’e ki O, Esmâ’sıyla nefsinin dahi hakikati olan Allâh’a ve O’nun bildirdiklerine iman eder. O’na tâbi olun ki hakikate erdirilesiniz.”
7 – Ve in cenehu lisselmi fecnah leha ve tevekkel alellah* inneHU HUves Semiy’ul ‘Aliym; (Enfal/61)
Eğer barışa yanaşırlar ise, sen de ona (barışa) yanaş! Allâh’a tevekkül et (Allâh’ı vekîl tut = El Vekiyl isminin kuvvesine yönel)! Çünkü O,Semi’’dir, Aliym’dir.
8 – HUve yuhyiy ve yümiytü ve ileyHİ turce’un; (Yunus/56)
“HÛ”! Diriltir ve öldürür! O’na rücu edeceksiniz (Hakikatinizin, Esmâ’sıyla yaratılmış olduğunu Hakk-el yakîn yaşayacaksınız)!
9 – Kalu eta’cebiyne min emrillâhi rahmetullahi ve berakâtühu aleykum ehlel beyt* inneHU Hamiydun Meciyd; (Hud/73)
Dediler ki: “Allâh’ın hükmüne mi şaşıyorsun? Allâh’ın rahmeti ve bereketleri üzerinizdedir ey hane halkı! Muhakkak ki O, Hamiyd](EL HAMİYD… Açığa çıkardığı evrensel kemâlâtı “Veliyy” ismi kapsamında açığa çıkardığı âlem sûretlerince seyredip değerlendirendir! Hamd yalnızca kendisine aittir!)’dir, Meciyd’dir.”
10 – Ve inne Rabbeke HUve yahşüruhüm* inneHU Hakiymun Aliym; (Hicr/25)
(Babaları) dedi ki: “Daha önce kardeşini (Yusuf’u) size güvenip emanet ettiğim gibi (şimdi de) onu size güvenip emanet mi edeyim? Koruyucu olma itibarıyla Allâh en hayırlıdır! O, Erhamur Rahıymiyn’dir.”
11 – Kale Rabbiy ya’lemul kavle fiys Semai vel’ Ard* ve HUves Semiy’ul ‘Aliym; (Enbiya/4)
(Hz. Rasûlullâh): “Benim Rabbim semâda ve arzda konuşulanı bilir… O, Semi’dir, Aliym’dir” dedi.
12 – Ve lâ ted’u meAllâhi ilâhen âhar* lâ ilâhe illâ HU* küllü şey’in halikün illâ vecheHU, leHUl hükmü ve ileyHi türce’un; (Kasas/88)
Allâh yanı sıra tanrıya (dışsal güce) yönelme! Tanrı yoktur, sadece “HÛ”; Her şey (şey’iyeti itibarıyla) yoktur sadece O’nun vechi (mevcuttur)! Hüküm O’nundur… O’na (hakikatiniz olan Esmâ mertebesinin farkındalığına) döndürüleceksiniz!
13 – Lev eradAllâhu en yettehıze veleden lastafa mimma yahlüku ma yeşau, subhaneHU, HUvAllâhul Vâhid’ül Kahhâr; (Zümer/4)
Eğer Allâh bir çocuk edinme irade etseydi (olmasını kesin arzulasaydı), elbette yarattıklarından dilediğini süzüp seçerdi… Subhan’dır O! “HÛ” Allâh Vâhid, Kahhâr’dır!
14 – Kul ya ‘ıbadiyelleziyne esrefu alâ enfüsihim lâ taknetu min rahmetillâh* innAllâhe yağfiruzzünube cemiy’a* inneHU “HU”vel ĞafûrurRahıym; (Zümer/53)
De ki: “Ey nefslerinin hakkını vermede israf etmiş kullarım (benliğinin hakikatini yaşamak yerine ömrünü bedensellik yolunda harcamış olan)! Allâh Rahmetinden ümit kesmeyin! Muhakkak ki Allâh bütün suçları (tövbe edene) mağfiret eder… Muhakkak ki O, Ğafûr’dur, Rahıym’dir.”
15 – Fa’lem ennehu lâ ilâhe illAllâhu vestağfir li zenbike ve lil mu’miniyne vel mu’minat* vAllâhu ya’lemu mütekallebeküm ve mesvaküm; (Muhammed/19)
Gerçek buysa bil ki, Lâ ilâhe illAllâh (Tanrı yoktur; sadece Allâh); kendi zenbin (beşer yanının getirdiği perdelilikten kaynaklanan kusurlar), iman eden erkekler ve iman eden kadınlar için mağfiret dile (bağışlanmaları için Hakikati kavramalarına çalış)! Allâh dönüp dolaştığınız yeri (hâllerinizi) de, varıp sonsuz yaşayacağınız yeri de bilir!
16 – Yes’eluhu men fiysSemavati vel’Ard* külle yevmin HUve fiy şe’n; (Rahman/29)
Semâlarda ve arzda ne varsa O’ndan talep eder; “HÛ” her “AN” yeni iştedir!
17 – LeHU mülküsSemâvati vel’Ard* yuhyiy ve yumiyt* ve HUve ‘alâ külli şey’in Kadiyr; (Hadîd/2)
O’na aittir semâların ve arzın mülkü… Diriltir ve öldürür! O, her şeye Kaadir’dir.
18 – “HU”vel’Evvelu vel’Âhıru vezZâhiru velBâtın* ve HUve Bi kulli şey’in ‘Aliym; (Hadîd/3)
“HÛ”dur, Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın (“HÛ”dan gayrı olarak hiçbir şey yoktur)! O Bi-küllî şey’in (Esmâ’sıyla her şey’i yaratmış olan olarak) Aliym’dir (Bilen’dir şeylerin tamamını)!
19 – “HU”velleziy halekasSemâvati vel’Arda fiy sitteti eyyamin sümmesteva ‘alel’Arş* ya’lemu ma yelicu fiyl’Ardı ve ma yahrucu minha ve ma yenzilu minesSemâi ve ma ya’rucu fiyha* ve HUve me’akum eyne ma küntüm* vAllâhu Bima ta’melune Basıyr; (Hadîd/4)
O, semâları ve arzı altı süreçte yaratan, sonra da arşa istiva edendir! Arza gireni ve ondan çıkanı; semâdan inzâl olanı ve onun içinde urûc edeni bilir… Nerede olursanız O sizinle (hakikatinizin Esmâ ül Hüsnâ’sıyla varolması sonucu) beraberdir! (Mâiyet sırrına işaret). Allâh yaptıklarınızı (yaratan olarak) Basıyr’dir.
20 – Yuliculleyle fiynnehari ve yulicunnehare fiylleyl* ve HUve ‘Aliymun Bi zatissudur; (Hadîd/6)
Geceyi gündüze dönüştürür, gündüzü de geceye dönüştürür! O, sadırların zâtı olarak (içlerindekilerin Esmâ’sıyla hakikati olarak) Bilen’dir!
21 – “HU”vAllâhulleziy lâ ilâhe illâ “HÛ”* ‘Âlimulğaybi veşşehâdeti, “Hu”verRahmânurRahıym; (Haşr/22)
“HÛ” Allâh, tanrı yok, sadece “HÛ”! Gayb ve şehâdeti daimî bilendir! “HÛ”, Er Rahmân (tüm El Esmâ özelliklerini mündemiç olan) Er Rahıym’dir (tüm El Esmâ özelliklerini açığa çıkaran – o özelliklerle Efâl âlemini seyrinde yaşamakta olan).
22 – “HU”vAllâhulleziy lâ ilâhe illâ “HÛ”* el Melik’ül Kuddûs’üs Selâm’ul Mu’min’ul Müheymin’ul ‘Aziyz’ul Cebbâr’ul Mütekebbir* SubhânAllâhi ‘ammâ yüşrikûn; (Haşr/23)
“HÛ” Allâh, tanrı yok, sadece “HÛ”! Melik’tir (efâl, oluşlar âleminde mutlak hükmü yürüyen), Kuddûs’tür (yaratılmışlığa ve kevne ait nitelenmelerden, yaratılmış kavramlardan münezzeh), Selâm’dır (yaratılmışlarda yakîn ve kurb hâlini oluşturup mâiyet sırrını açığa çıkartan), Mu’min’dir (iman açığa çıkartarak hakikatini müşahedeye yönelten), Müheymin’dir (gözetip himaye eden, muhteşem azametini seyirde yaratılmışlığı kaldıran), Aziyz’dir (karşı konulması imkânsız olarak dilediğini yapan), Cebbâr’dır (iradesini zorunlu kabul ettiren), Mütekebbir’dir (Mutlak yegâne Kibriyâ {eniyeti} olan)! Allâh, onların ortak koştukları tanrı kavramlarından Subhan’dır!
23 – “HU”vAllâhul Hâlik’ul Bâri’ül Musavviru leHUl’ Esmâ’ül Hüsnâ* yüsebbihu leHÛ mâ fiysSemâvâti vel’Ard* Ve “HU”vel’Aziyz’ul Hakiym; (Haşr/24)
O Allâh, Hâlık (mutlak yaratan – Esmâ özelliklerini fiile dönüştüren), Bâri (her yarattığını, zaman ve özellik olarak tüme uyumlu tafsile getiren), Musavvir (sonsuz mânâ sûretlerini açığa çıkaran); Esmâ ül Hüsnâ O’na aittir! Semâlarda ne var ve arzda ne varsa Allâh’ı tespih (ortaya koydukları işlevle Esmâ özelliklerini açığa çıkararak kulluk etmeleri) içindir; “HÛ” Aziyz’dir, Hakiym’dir.
24 – Kul HUvAllâhu Ehad; (İhlas/1)
De ki: “HÛ Allâh EHAD’dır! (son – sınır kavramsız TEK’tir)”
25 – Ve lem yekün leHÛ küfüven ehad; (İhlas/4)
“O’na hiçbir küfuv (denk) olmadı! (hiçbir düşünülen O’na denk özellikler açığa çıkaramaz.)”
********************************************************
YA HÛ VE YA MEN HÛ
Diler isen gönül yârı
Ki dâim eylegil zâri
Fenaya ir görüp vârı,
Digil “Ya Hû ve ya men Hû”
**
Ki kanlu yaş akıt gözden,
Hararetle çıka sûzdan,
Dime sizdendürür bizden,
Digil “Ya Hû ve ya men Hû”
**
Gele aşk sana yâr ola,
Tağıtlarunı hep dire,
Seni dost yoluna süre,
Digil “Ya Hû ve ya men Hû”
**
Seni ilet feleklere,
Bulışasın meleklere,
İrişesin dileklere,
Digil “Ya Hû ve ya men Hû”
**
Geçesin ‘alem-i ferşi,
Dahı Kürsi ile ‘arşı,
Gele muştucılar karşı,
Digil “Ya Hû ve ya men Hû”
**
Ala senliğini senden,
Geçesin cân ile tenden,
Tecelliler gele andan,
Digil “Ya Hû ve ya men Hû”
**
Geçesin eğri bakmakdan,
Gönül gayrıya akmaktan,
İçesin sâfi ırmaktan,
Digil “Ya Hû ve ya men Hû”
**
Dilersen vuslatın yârin,
Ey Üftade bula cânun,
Gözüne görine cânânun,
Digil “Ya Hû ve ya men Hû”
(Hz. Üftade Divanı)
*****************************************************************
“HU”
Hakk’a âşık olan cânlar,
Hû demesin yâ ne desin,
Görüp cemâlini anlar,
Hû demesin yâ ne desin.
Sıdk ile meydâna gelen,
Nefs ile Rabbini bilen,
Aşk ile mestâne olan,
Hû demesin yâ ne desin.
Mahrem olan ol yâr ile,
Hemdem olan dildâr ile,
Dîdâra karşı zâr ile,
Hû demesin yâ ne desin.
Bülbül olup nâlân eden,
Dosta karşı cevlân eden,
Hak zâtını seyrân eden,
Hû demesin yâ ne desin.
Nüzûlî der yana yana,
Mey nûş eden kana kana,
Hak aşkıyla döne döne,
Hû demesin yâ ne desin.
M. Nüzûli
*******************************************************************************
(S. KONEVİ’den)
Bilinmelidir ki hüviyet, ilâhlığın/ilâhiyyet sırrıdır. O celâl ve kemâl özelliğiyle yegâne ezeli mevcuttur.
Hüve/ O Allah’ın kullarını; De ki O/Hüve. (İhlas/1) ifadesiyle kendisine davet ettiği ilk kelimedir. Böylelikle sadece bu zamirle ifade tamamlanmıştır. Bunun ardından ise “Allah” demiştir.
“Allah” bütün harfleri ve vad’i hakikatleriyle zât-ı ahadiyete delâlet eden özel, kuşatıcı isimdir.
Bu isimde ki hüviyet sırrı, onun mürekkep harflerin hükümlerinden soyutlandıktan sonra zuhur etmesidir. Bunun nedeni bu isim “ağyar” dan tam anlamıyla mücerretliği ve eserlerin hakikatlerinden münezzehliğinin gücüdür. Her ne kadar “Hüve/O” he ve Vav harflerinden meydana gelmiş olsa bile bu isimde sabit harf “He” dir. Çünkü vav harfi, “Allah” kelimesinin sonunda düşmüştür. Ayrıca “Huma/O ikisi “ ve “hum/onlar” ifadesinde olduğu gibi ikilikte ve çoğulda bu harf düşer. Böylelikle He harfi, sıfatların silinmesi nispet ve izafelerin düşmesiyle “mutlak ahadiyet” e delâlet etmek üzere sabit kalmıştır.
Bilinmelidir ki Hüviyette ki “He” evvellik mertebesinin, ulûhiyette ise âhirlik mertebesinin sahibidir. Binaenaleyh bu harfin hüviyette bir başlangıcı, Ulûhiyette ise bir nihayeti vardır. Bu durum pek çok sırlara ve değerli manâlara işaret eder.
Bunlardan ikisi, hüviyetin manâlarından ehl-ikeşf in kalplerine yayılan “reca” kokularıdır. Şöyle ki; Varlığın merkezi, devridir. Böylelikle nihayet bidayetin aynıdır. Aynı zamanda rahmet her şeyden önce geldiği gibi, her şeyin dönüşü de O’nadır.
Bu önemli sır ve bilgilerden biri de, hüviyetin celâli ve O’nun bütün isimlere üstünlüğüdür. Şöyle ki; Zat’a ait “Hüviyet” zamirinden ibaret olan “He/O” nin aslı, merfuluktur. Bu durum mutlak üstünlüğün kemâlinin kendisi nedeniyle kendisine ait olmasına işaret eder.
Bir harfin mecrur ve mansub olması ise, İrab harekelerini kabul edişi cihetinden ortaya çıkmıştır. Bu ise bu harfin bütün sıfatları, hükümleri, na’tları, nispetleri, izafeleri, lâzımları, layıkları, arazları içerdiğine işaret etmektedir.
Hüviyetin üstünlüğünün gücü –Ki üstünlük hüviyetin aslıdır- Vav harfini istilzam etmiştir. Çünkü vav harfi, zammenin kardeşidir ve çoğul zamiri vav harfine nispet edilmiştir. Bunun yanı sıra vav harfi mahreç mertebelerinde harflerin özelliklerini içerme ve ihata etme özelliğine sahiptir. Vav, He nin bâtını, harekesi de onun harekesinin aksidir. Bunun yanı sıra her iki harf te “devri” dir. Çünkü “He” nin harekesi ve mahreci ehl-i keşf’e göre kalbin yakınında göğsün bâtınındandır. Nefes onunla/he uzar ve bütün harflerin mahreçlerine uğrayıp iki dudağın zahirine ulaşır.
Bunun ardından nefes ihâta edici ve kuşatıcı dönüşünde bütün harflerin hükümleriyle boyanmış olarak, adeta şimşek hızıyla kendisinden ortaya çıktığı asla geri döner. “Vav” ın harekesi ise “He” nin harekesinin zıddıdır. Çünkü vav iki dudak arasından ortaya çıkar sonra göğe doğru uzanır. Böylelikle vav da daha önce belirtildiği gibi bütün harflerin mahreçlerine uğrar. Bunun ardından ise kendisinden ortaya çıktığı iki dudağa geri döner. Binaenaleyh He nin hareketi, gayb âleminden şahadet alemine doğrudur. Çünkü onun zatı başlangıç/mebde mertebesinden olmasını gerektirir. Buna karşın vav ın hareketi ise şahadet âleminden gayb âlemine doğrudur.
Buna göre her iki harfte, harflerin varlıklarının hakikatlerini çıkışta ve girişte kaynak ve varış mertebelerini de içerir ve kapsar. Her iki harfte hem hakikat ve hem de mânâ olarak birbirlerine intibak eder. Bunların arasında ki uyum bir dairenin başlangıcının son una uyumlu olmasına benzer. Her iki harfte bütün mukaddes ve ruhani harflerin hakikatlerini kendilerinde toplarlar. Söz konusu harfler ilahi isimlerin maddeleridir. Bu harflerin bir kısmı –farklı konumlarına göre- diğer bir kısmı ile birleştiğinde, bunların birleşmesi ve bir araya gelmesinin eserlerinden ruhanî ilim sahipleri için bir takım tasarruflar meydana gelir. Bu tasarruflar cismanî, rûhani, melekûti, süfli, ve ulvi âlemlerdedir.
İnsan nefesinin zahiri telaffuz edilen bütün harflerin maddesi olduğu gibi aynı şekilde Nefes-i Rahman’ın zahiri de bütün varlık harflerinin maddesidir. Varlık söz konusu Nefes-i Rahman ile ayakta durur/kaim, O her şeyi ayakta tutar/Kayyûm. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur O kendisiyle beraber başka birinin var olmasından yücedir ve hüküm sahibidir. (A. İmran/6)
Cüneyd-i Bağdadî den şöyle bir olay rivayet edilmiştir. Birisi Cüneyd’in huzurunda hapşırmış, ardından da El-Hamdülillâh/Allah’a hamd olsun demiş. Bunun üzerine Cüneyd adama; “Hakkın söylediği gibi “hamd âlemlerin Rabbi’ne mahsustur/ El Hamdülillâhi Rabbil âlemin de” demiş.
Adam şöyle karşılık vermiş; “Âlem nedir ki Allah ile birlikte zikredilsin”
Cüneyd şöyle cevap vermiştir; “Şimdi öyle söyle, çünkü yaratılmış kadime bitiştiğinde, yaratılmıştan geriye bir şey kalmaz.”
Buna göre birinci ifade Allah’a fani olup, çokluğun perdelerini görmeyen ve de “izzet” çölünde kendinden geçmiş kimsenin makamıdır.
İkinci ifade ise (Cüneyd’in sözü) Tahkik sahibi Kâmilin makamıdır. Bu makam” fena”da yedi mertebenin tavırlarını/etvarü-l meratisi-s seb’a aşıp ezeli ve ebedi olarak; “Her şey yok olucudur, ancak O’nun vechi bâkidir. (kasas/88) ifadesinin hakikatini hakka-l yakîn idrak etmenin ardından Hakkın bekâ” sı ile bâki kalan kimsenin makamıdır. Çünkü insan başlangıçta “zikre değer bir şey” (İnsan/1) ve gerçekte/nefsü-l emir bir varlığa sahip değildi ki o varlıktan “fani” olsun. Aksine faninin varlığı vehim ve hayal mahsulüdür. Binaenaleyh kişi işin gerçeğini keşf edip şunu müşahede ettiği için hayal ortadan kalkmıştır. Her halükarda “fani”, bâki olan ise “bâki” olmaya devam eder.
Bu durumda insan hakkın lisanı ile “Hamd âlemlerin rabbi Allah içindir” der. Bu ifade (her şeyi kendinde) içeren ve kemâl özelliğinde ki hakikatin varlık mertebelerine seyredişini dile getirir.
Allah hidayet edendir. (S. KONEVİ/Esma-i hüsna şerhi)
Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
(AHMED HULUSİ) den
“HÛ’vAllahulleziy la ilahe illâ HÛ”! İster vahiy yollu gelsin, ister bilinç yollu üzerine eğilinsin, algılanan her “şey”in hakikatinin derûnu… Öylesine ki; Ekberiyet tecellisi sonucu önce “haşyeti”, sonucu olarak da “hiç”liği yaşatır ve bu yüzden de O’nun hakikatine erişilemez! “Basîretler ona ulaşmaz!” Mutlak bilinmezliğe ve kavranılmazlığa işaret ismidir! Nitekim “ALLÂH” dâhil tüm isimler “HÛ“ya bağlı geçer Kurân’da!
“HU ALLAHu EHAD”,
“HU’ver Rahmanur Rahıym”,
“Hu’vel’Evvelu vel’Ahıru vez’Zahiru vel’Batın”,
“HU’vel Aliyyül Azıym”,
“HU’ves Semiy’ul Basıyr” ve Haşr Sûresi’nin son üç âyeti gibi!
Bu arada şunu da bir diğer okunuş şekli itibarıyla fark ederiz ki, isimlerin öncesindeki “HÛ” ismi işaretiyle önce tenzih vurgulaması yapılır, sonra da söz edilen isimlerle teşbihe işaret edilir. Bu da hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gereken bir işarettir.
“Külle yevmin Huve fi şe’n” (55/29) ayetinde, dikkat ederseniz “HÛ” ismi var.. “ALLAH” ismi geçmiyor! “HÛ” ismi, cüz’ün özündeki Teklik boyutu değil mi? İşte O, Teklik boyutu, her an cüz’lerdeki tasarrufu oluşturmakta. Oluşumun kaynağı O!
“HÛ” nun mânâsı; Çokluk görüntüsünün ardındaki, Öz’deki Teklik boyutudur.
İşte Arapçadaki “HÛ” kelimesi, varlığın özündeki bir boyutsal öteliğe işaret eder; niteliksiz ve niceliksiz bir yolla!
Sayısız “nokta”ların Hâlik”i olup; “nokta”lar indinde “nükte” olan “HÛ“!?
İlminde “nokta”dan yarattıklarını, hayal hammaddesiyle var kılan “HÛ”!?
Ve bütün bunlardan “GANΔ olana işaret eden, “HÛ”!
Soru: Şehâdet, “HÛ”ya bağlanırsa, o şehâdetin izahı yapılabilir mi? Şayet yapılamaz ise Allah nasıl şehâdet eder?
Cevap: Şehâdet kesrete ait bir kavramdır. Kesret sûretlerinden şehâdet etmektedir. “Atan bendim” deki gibi… “HÛ” ya yapılmayan şehâdetle tenzihiyet olmaz.
Soru: “Abduhû ve Rasûluhu”, yani Abdullah ve Rasûlullah dediğimizde,
“Hû” isminin kulu ve Rasûlü olmakla Allah isminin kulu ve Rasûlü olmak arasındaki anlam farkı nedir?
Cevap: Birisi Allah’ı Hüviyetinde bulmayı anlatır. Öteki, Allah ahlâkıyla ahlâklanmış olmayı. “HU” kelimesi, Kurân’da, sabit tek bir mertebeye değil, içinde geçtiği konunun mahiyetine göre, değişik mertebelere işaret eder.
Âyet sonundaki bu tanımlama daima “HÛ” denerek Allah adıyla işaret edilenin tenzih yönüne; Esmâ adıyla da teşbih yönüne işaret ederek OKU’yanda tevhid bakışını oluşturmak amacını gütmektedir Allahu âlem. “HÛ” dan sonraki, pek çok âyette geçtiği üzere Türkçedeki noktalı virgül anlamındadır, bize göre.
Mutlak Zât’a işâret. HÛ: ismi, hüviyeti Zât’a işaret eden isimdir ki birçok yerde önce “HÛ” denerek hüviyeti Zât’ın âlemlerden ve tüm mânâlarla kayıtlanmaktan berî olduğu vurgulanır, sonra O’nda açığa çıkan bir özelliğe işaret eden isim belirtilir, sözü edilen konuya bağlı olarak.
“Hû” İsmiyle İşaret Edilip, Fark Edilmesi Gereken Gerçek.
Arapça’daki “HÛ” kelimesi, varlığın özündeki bir boyutsal öteliğe işaret eder; niteliksiz ve niceliksiz bir yolla!
“HÛ”nun mânâsı; “çokluk” görüntüsünün ardındaki, Öz’de¬ki Teklik boyutudur. Hatta… “HÛ” ismi, “Nokta”nın var olduğu Ahadiyete işaret eden isimdir!
“HÛ” ismi, cüzün özündeki Teklik boyutu değil mi?..
İşte O, Teklik boyutu, her an birimlerdeki tasarrufu oluşturmakta… Oluşumun kaynağı O!..
Yani, şu parmağımın ucundaki hayatiyet ve canlılık, koldan gelen damarların getirdiği enerji ve kan ile kaîm!.. Bu parmağın hareketini, bu hareketi, koldan gelen hareket simgesinin netice¬si oluşturuyor. “HÛ” kelimesinin mânâsı bir anlamıyla “O” demektir!.. Bir diğer anlamıyla da “Zât’ın hüviyetine” işaret eder.
Bu gözümüzle gördüğümüz her şey, “zâhir” kelimesi kapsamına girer… “Bâtın” dediğimiz şey de, bu göz ve kulakla, beş duyuyla algılayamadığımız her şey!
Bunların, sana göre tümü, “O”dur!.. Yani, bunların hepsi de -ki bu çokluk kavramı sana göredir- “O” dediğin varlıktır! Yani, “HÛ”!.. Düşünmeye çalışalım…
“Ben” dediğimiz özümüzü fark etmeye çalışalım… Maddenin özüne yönelip “zoom”lama yapalım…
Molekül-atom-nötron-nötrino-kuark-kuanta boyutlarına inip, düşünebildiğimiz her şeyi parçacık-dalga boyutunda hissetmeye zorlayalım kendimizi…
İşte bu yaptığımız, bir boyutsal “zoom”lama veya “Mi’râc”tır! Şunu fark edelim ki;
Bize göre sonsuz olan evren, bir anda, “nokta”dan var olmuş bir açı, “<”! Sonsuzluk düzleminde, bir noktadan meydana gelmiş bir “<” -açı-! “Evren” kelimesiyle ya da “evren içre evrenler” tanımla¬masıyla anlattığımız her şey bu açıda –“<”- yer almakta!.. Bu “<” açı ve dayandığı “nokta” ise, anlarından bir andaki yaratışı “HÛ” ismiyle işaret edilenin!..
Sayısız “an”lardaki, sayısız “nokta”lardan, yalnızca bir “an”daki bir “nokta”dan yaratılmış “evren içre evrenler”den birindeyiz!..
“İnsan-ı Kâmil” ya da “Hakikat-i Muhammedî” isim-leriyle işaret edilen ise o “nokta”dan var olan varlık! “NOKTA” ise bir “nükte”!.. Sayısız “nokta”ların Hâlık’ı olup; “nokta”lar, indînde, “nükte” olan “HÛ” adıyla işaret edilen!.. İlminde, “nokta”dan yani heyulâdan yarattıklarını, hayal hammaddesiyle var kılan “HÛ”!.. Ve bütün bunlardan “ĞANİYY” olana işaret eden, “HÛ”!.. İşte “HÛ” ismiyle işaret edilip, müslümanların fark etmesi istenen Hakikat!.. …….
“HU” ismi Allah’ın, tenzih itibariyle Ahadiyetin Gaybına işaret ederken teşbih itibariyle de arzda(bedende) açığa çıkmış “Halife”ye işarettir. (Ahmed Hulusi)
Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
“H Ü V E”
B i s m i l l a h i r r a h m a n i r r a h i m
İlâhî kudretin bu dünyada bilinen isimleri olduğu gibi bilmediğimiz nice âlemlerde ve ilâhî âlemde de tatbikata konulmamış, zuhur bulmamış nice isimlerinin olduğu hakikattir. Gerçekte bütün isimlerin Rabbimizin zatına ait olduğu aşikârdır. Kudret-i ilâhîyenin zatiyyetini işaret eden isimlerin bilinmesi mümkün olmadığından Rabbimiz bir lütuf yaparak isimden münezzeh bir nokta olan Hüve zamirini işaret buyurmuşlardır.
Gerek bu dünyada gerekse ilâhî âlemlerde hangi isimlerin fiili icrada olduğunu bilemiyoruz. Zuhur yapmış ve yapmamış namütenahi isimlerin sahibi olan Hüve’yi hiçbir isim tam olarak tarif ve tavsif edemeyeceğinden, zatiyyet-i ilâhîye Hüve’yi işaret buyurmuşlardır.
Hüve zâttır, nübüvvet Allah ismine bağlıdır; velâyet ise Hüve’ye bağlıdır. Hz. Muhammed (s.a.v) Hatemen Nübüvvet olarak Hüve’yi daima hususiye de tutarak Allah ismini zikretmiştir.
Sevgili Efendimiz Kur’an-ı Kerîm’de pek çok yerde Hüve zamirini belirterek Hüve’nin hususiyetleri ile ilgili bilgiler vermiştir. Kur’an’da Hüve kendini zamir olarak hususiye de tutmuştur. Yani Hüve zamirdir, ondaki hakikat ise zâtîyeti ilâhîyedir.
Hüve’nin tam tatbikat ismi Allah ismidir. Hatmül Velâyet ise, velâyet icabı Hüve’yi zikreder. Peygamber Efendimiz Hatmül Velayet sırrı ile lütfetmiş olduğu Hüve sırrının Allah’ın arzuyu ilâhîsi ile zamanı geldiğinde açılacağını işaret etmişlerdir. Hüve’nin dünyada velâyet sırrı ile tatbikatta olduğu bilinmektedir. Hüve noktası yanlışı reddetmez; doğrultur, düzeltir; ondaki rahmeti görür; yanlıştan doğruyu çıkartır.
Vacib ul-Vücûd kelimesinin Hüve anlamında yazıldığını görmekteyiz. Ancak Vacib ul-Vücud bir isimdir. Hüve isim değildir. Hüve, İsimlerden münezzeh olarak Allah’ın zatiyyet-i hüviyetini işaret eder. Hüve’nin göründüğü gönül noktası olarak Hz. Muhammed (s.a.v) in verdiği bir karar Allah ismi tarafından tatbikata koyulmaktadır. Ancak, Allah ismine itiraz edenlere bir mühlet verilmektedir. Hüve’nin göründüğü risalet noktasına itirazı ise Allah ismi kabul etmemektedir. Kur’an’ın anlatımı ile bütün peygamberlere yapılan itirazlar Hüve’ye itiraz şeklinde sayıldığı için makbul tutulmamıştır.
Nitekim kendisine itiraz eden hanımını Lût Peygamber bağışlanmasını istemesine rağmen Allah onu bağışlamadı ve helâk olanlardan oldu. Çünkü o itiraz Hüve’ye karşı yapılmıştı. Yine Nuh Peygamberin oğlu da babasına itiraz etmişti. Babasının oğlu için Allah’tan bağışlanma istemesine rağmen Allah kabul etmedi. Çünkü o itirazın aslında Hüve’ye yapıldığı görülmektedir.
Maide sûresi 78. âyetinde,
“Lü’ınelleziyne keferu min beniy israiyle alâ lisani davude ve ıysebni meryeme zalike bima asav ve kanu ya’tedune.”
“Benî İsrail’den küfre düşenler Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın lisanı üzere lânetlenmişlerdir. İsyan ettikleri ve saldırgan oldukları için böyledir.” buyrulmaktadır.
Haşr sûresi 22-24. âyetlerinde,
“Hüvallahülleziy lâ ilahe illa hu alimü’l ğaybi ve’ş şehadeh hüve’r rahmanü’r rahıym hüvallahülleziy lâ ilahe illa hu el melikü’l kuddüsü’s selamü’l mü’minü’l müheyminü’l aziyzü’l cebbarü’l mütekebbir sübhanallahi ‘amma yüşrikun hüvallahü’l haliku’l bariyü’l müsavvirü lehü’l esmaü’l husna yüsebbihu lehu ma fiy’s semavati ve’l ard ve hüve’l aziyzü’l hakiym”
“Hüve’dir Allah ki Hüve’den başka ilah yoktur alimidir gaybın ve şahid olunanın Hü ve’dir er Rahman er Rahim ‘Hüve’dir. Allah ki Hüve’den başka ilah yoktur. El Melik’tir, El Kuddüs’tür, Es Selam’dır, El Mümin’dir, El Müheymin’dir, El Aziz’dir, El Cebbar’dır, El Mütekebbir’dir. Sübhandır. Allah Şirk koştuklarından. Hüve’dir Allah, el Halik’tir, el Barî’dir, el Müsavvir’dir. Hû’nundur esmaül hüsna. Tesbih eder Hû’yu semavatta ve arzda olanlar. Ve ‘Hüve’dir el Aziz, El Hakim…” buyrulmaktadır.
Hadis: Resûlullah (s.a.v) seferden dönerken, uğradığı her tümsekte üç kere tekbir getirir, arkadan da: “Lâ ilahe illallahu vahdehu la şerike leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve ala külli şey’in kadir.”
(Allah’tan başka ilah yoktur. Hû tekdir, ortağı yoktur, mülk Hû’nundur, hamd Hû’yadır. Hüve her şeye kadirdir) dönüyoruz, tevbe ediyoruz, kulluk ediyoruz, secde ediyoruz, Rabbimize hamd ediyoruz.
Allah va’dinde sadık oldu, kuluna yardım etti. (Hendek Harbi’nde) müttefik orduları tek başına helâk etti” buyururdu. (İbnu Ömer Kütübü Sitte Hadis No: 1834)
Hicr sûresi 25. âyetinde,
“Ve inne rabbeke hüve yahşürühüm innehu hakiymün aliym”
“Ve muhakkak ki Rabb’in ‘Hüve’ onları haşreder ve muhakkkak Hû Hakîm’dir. Alîm’dir.”
Al-i İmrân sûresi 18. âyetinde,
“Şehidallahü ennehu la ilâhe illâ hüve velmelaiketü ve ülül’ılmi kaimen bilkıstı la ilâhe illâ hüvelaziyzülhakiymü”
“Şehadet eder Allah illâ ‘Hüve’den başka bir ilâh olmadığına ve melekler ve kıst (adalet) ile kaim olan ilim sahipleri de. İllâ ‘el Aziz’, ‘el Hakîm’ ‘Hüve’den başka ilâh yoktur.”
Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdular ki: “Duaların en faziletlisi arefe günü yapılan duadır. Ben ve benden önceki peygamberlerin söyledikleri en faziletli söz, ‘lâ ilahe illallahu vahdehu la şerike leh lehü’l’mülkü ve lehü’l-hamdü ve Hüve ala külli şey’in kadir. (Allah’tan başka ilah yoktur, Hû tektir, Hû’nun ortağı yoktur, mülk Hû’nundur, hamd Hû’ya aittir. “Hû” her şeye kadirdir) sözüdür.” (Amr İbnu Şuayb an Ebihi an Ceddihi Kütübü Sitte Hadis No:1863)
Bakara sûresi 255. âyetinde,
“Allahü la ilâhe illâ hüve’l hayyül kayyum”
“Allah… ‘El Hayy’, ‘el Kayyum’ ‘Hüve’den başka ilâh yoktur.” buyrulmaktadır.
Resûlullah’a (s.a.v), “Kur’an-ı Kerim’deki en büyük âyet hangisidir?” diye sorulduğunda şöyle cevap verdi:” “Allahü lâ ilâhe illa hüvel hayyül kayyum/ Allah el-Hayy”el-Kayyum” “Hüve’den başka ilâh yoktur. (Ebu Davud)
Hiçbir isim O’nu tam olarak ifade edemez. Nitekim ilâhî yaratıcıyı çeşitli isimlerle ilâh edinmişlerdir. Hüve kendisinin hiçbir isimle tahdit edilemeyeceğini böylece bildirmektedir. (ELL HACC HÜSEYİN VEDAD)
*******************************************************************
“Hu”
“Hu”, Allah’a kavuşmak, maksada ulaşmaktır. Hu; İsm-i A’zâm’dır, Altı Esma’nın tercümanıdır. Evliyanın kalp gözünü açan Hu’ dur.
“Hu” demek; “ben Sen’ den geldim, Sen gönderdin, yine Sana döneceğim”, “Allah’a kavuşmak” demektir. Hu, sana kavuşacağım. Hu, hedefe kavuşmaktır…..
“Hu esması bir ateştir; bir aşktır; bir deryadır.”
Bu açıklamamızdan sonra “Hu” esmasının bir özelliğini daha değinelim. “Hu” esmasını okurken çok dikkatli olmak lâzımdır. Eğer usulünce okunursa insanın içini yakıverir. Çünkü o, bir ateştir. O halde nasıl okumalıyız? Ağız açık olmalı, dilin ucu üst dişlerin dibine yapışıp göbekten “Hu” diye okunmalıdır….
Allah sevgisinin bir zerresi, her kimin gönlüne düştüyse o bütün vücûdu istilâ ve işgal eder. Zira aşk kelimesi, bize Selçuklular zamanında Farsçadan gelmiştir. Fars kökenli olan bu kelime, Farsça ‘da “Işk” olup “Sarmaşık bitkisi” demektir. “Sarmaşık bitkisini diktiğin zaman o binayı nasıl çok kısa zamanda kuşatıp kapsarsa aşkın bir zerresi de insan denilen âbide-i ilâhîyenin gönlüne düşünce bütün vücûdu yakar tutuşturur.
Usûlüne riâyet ederek kalbin üstüne okunan “Hu” ismi, dervişe çok büyük aşk ve muhabbet temîn eder; yanıklık verir. Böylece derviş kesretten vahdete iner ve gönlü yanar. Çünkü “Hu” mazhar-ı külldür. O heptir. Allah nedir? Allahu Allah, Allah külldür. “Allahu halûku külli şeyin” dir. Hu esmasına devam etmekle bunun zevki nereye varır? Bunu da yine Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri’nin dörtlüğüyle ifâde edelim:
Üçüncü Hüvallah dersin okur
Garip bülbül gibi durmayıp şakır
Kendi vücûdunda bula gör Hakk’ı
Erişir canına feyz-i Hûda’nın
Aşkın bir zerresi, bir anda hücreleri tutuşturuverir. Onun için Selçuklular, ışk olarak aldıkları kelimenin telaffuzunu daha da güçlendirmişler ve aşk demişler. Aşkın Arapçası muhabbettir. Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Allah onları sevdi; onlar da Allah’ı sevdi.“(Maide Suresi Ayet 54)
“İmân edenlerin Allah’a sevgileri, muhabbetleri çok şiddetlidir.” (Bakara Suresi Ayet 165) buyrulur.
Bu gerçeği, Niyâzî Mısrî Hazretleri şu güzel sözleriyle ifade etmiştir:
Gir sema’a zikr ile gel yane yane Hu deyu
Er sefâ-yı aşk-ı Hakk’a yane yane Hu deyu
Hep erenler Hu ile kaldırdılar can perdesin
Açtılar gözlerin andan yane yane Hu deyu
Gördüler Hu kaplamış hep on sekiz bin âlemi
Feyz alırlar cümle Hu’dan yane yane Hu deyu
Zât-ı Hakk’ı buldular buluştular bu Hu ile
Dost göründü her taraftan yane yane Hu deyu
Ey Niyâzî gönlüne âşıkların hikmet dolar
Kuntu kenzin haznesinden yane yane Hu deyu
(Niyazi Mısri) (AHMED-İ DEVRAN KARSEVİ)
**********************************************************
HU (HÜVE) SIRRI ve HÜVİYET TEVHİDİ
Hakk Teala “Ben gizli bir hazineydim. Bilinmekliliğimi sevdim. Halkı zuhura getirdim (yarattım)” buyurarak Zatını “Ben” lafzıyla açıklamıştır. Hakk kendini ilahi hüviyetiyle (hüve) açtıktan sonra “Allah” lafzıyla uluhiyetini ilan etmiştir.
Hu zatın “Benliği” aynı zamanda hüviyetidir. Allah’ta kendi Zati hüviyetini Kur’an’da hüve lafzıyla açıklamıştır. Hüve kelimesi hüviyetini temsil ettiğinden hem Zatını hem Zatının gerekleri olan isim ve sıfatlarını bünyesinde bulunduran isimdir. Kökeni Zat olduğundan ismi-i azam olarak kabul edilmektedir. Hüve kelimesi hem ilahi Zatı, hem ilahi isimleri hem de ilahi sıfatları bünyesinde bulundurduğundan ism-i azam olarak kabul edilmektedir.
Kur’an’dan birkaç ayetle örnek verilecek olursa “ve hüves semiul alim” (Bakara/137)
“O (ilahi hüviyeti ile) semi (işitici) alim (bilici) dir” (Enbiya/4) buyurulmaktadır.
Zati hüviyetini semi ve alim isim-sıfatları ile açığa çıkmış demektir. Kendi Zatı bu vasıflarla vasıflandığı gibi, halkı zuhura getirdikten sonraki mertebelerde “izafi hüviyetler” dede bu vasıfları içermektedir.
Hüve kelimesindeki he harfi hüviyeti ve vav harfi ise hüviyeti temsil eden nefsi temsil etmektedir. Hüve lafzını Allah’ın zatını temsil ettiğinde He harfi Zati hüviyetini vav harfi Zati Nefsini temsil etmektedir. Halk edilen her şey (mevcudlar) bu Zati hüviyet ve Zati Nefs’ten aldıkları hisse, pay ve nefsi vasıflar ile Zati hüviyet ve Zati Nefsten hisse almış demektir. Yani her mevcudun ilahi hüviyet ve ilahi neftsen kendi mertebesinden bir payı, hissesi var demektir. Bu mertebe ve düzey her mevcudun Allah indindeki yeri, ayan-ı sabitesinin hükmü kadardır.
Yukarıdaki ayet örnek verilecek olursa Zati hüviyet ve Zati Nefsten aldığı pay kadar semi (işitici) ve alim (bilici) dir. Hakk zahirde de her mevcuda atom-molekül-genetik şifre kanalıyla bu özelliği sabitlemiştir. Hissesini tayin etmiştir. İnsana ise hissesini arttırabilecek hüviyet ve nefsi tayin etmiştir.
“Ademi kendi suretinde halketti” ve “Ademi Rahman suretinde halketti” buyurarak Zati hüviyet ve Zati Nefsi vasıfları ile donanacak vasıflara ulaşabileceğini belirtmiştir.
Hüviyet gaybını bilip, ancak O mertebede Allah resulü “Künhü Zatını idrak edemedik” deyip Allah-kul çizgisini, sınırlarını bilmek için insan yaratılmıştır.
Kur’an da aynı vasıflı ayetlerle hüviyetini farklı isim ve sıfatlarla zikrederek, bu vasıflardan insanın hissesini-payını arttırması ve “Rahman suretine” ulaşması murad edilmektedir.
“ve hüve errahmanirrahimin” (Hud/92) “O ilahi hüviyetiyle rahman ve rahimdir” buyurarak insanın nefsinde taşıyabileceği ölçüde bu vasıflarla donanması istenmektedir.
Benliğini, hüviyetiyle eş değer olduğunu ifade etmek içinde “ene tevvabürrahim” (Bakara/160) “Ben tevvab ve rahimim” buyurmaktadır. Tüm ilahi isim ve sıfatlarını İlahi benliğinde topladığını ve bunu ilahi hüviyetiyle açığa çıkardığını ifade etmektedir. Dikkat çekici ifadelerde “İnnehu hüves semiul alim” (Enfal/61) “Muhakkak ki hu (Ben-hüviyetim) ilahi hüviyetiyle semiul alim(işitici biliciyim)” buyurmuştur. Ayette birinci hu ile Zatına işaret etmiş, hüve ile Zati ilahi hüviyet ve nefsi vasıflarını belirtmiştir.
Benzer bir ayette “innehu” demeden “hüvessemiul alim” (Bakara/37) buyurarak bu vasıfları belirtmiştir. Kur’an da bu vasıflarını benzer ayetlerle “innehu hüve” ve “hüve” vasfıyla BENLİĞİ-HÜVİYETİNİ izah etmiştir. “İnnehu hamidun mecid” (Hud/73) ayetiyle “Muhakkak ki O (Zati ilahi hüviyetiyle) hamid ve meciddir” buyurarak üç formda da kendi TEK ve BİR HÜVİYETİNİ farklı vasıflarla izah etmiştir.
TEK VÜCUD HÜVİYETİ ile isim ve sıfatlarının çokluğu ile alemlerde zuhur ettiğini (kendi hüviyetini açığa çıkardığını) ifade etmektedir. Bunu açığa çıkarışını ulûhiyeti Zatına bağlamaktadır. Allah ismi camisi halkı zuhura getirdikten (yaratıldıktan) sonra kendine verdiği isimdir ilahi Zatın. Allah ismindeki sondaki Hu ilahi hüviyetini temsil ettiğinden bu mertebede de Zati hüviyeti halk ettikleri (yarattıkları) ile “hüviyet beraberliği” içindedir. Daha önce belirtildiği üzere her mevcud kendi mertebesinden bu ilahi beraberliği temsil etmektedir. Birkaç ayet örnek verilirse;
“vallahi gafururrahim” (Bakara/218) “Allah gafururrahimdir”;
“innallehe azizun hakim” (Bkara/220) “Muhakkak ki Allah aziz ve halimdir”
“Vallahu semiun aliym” (Bakara/224) “Allah semi ve alimdir”
“İnnallahe ala külli şeyin kadir” (Bakara/259) “Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir”
İlahi hüviyet Allah ismine büründüğünde uluhiyeti (ilahlığı) ile açığa çıkmış demektir.
Allah ismi ile yani ulûhiyetinin bilinmesi için insanlığı yaratmıştır. Allah bilinirse, hem ulûhiyetini hem kendisi hem Rububiyeti anlaşılacaktır. “Nefsini bilen Rabbını bilir” (Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu) hadisinin bir açıdan açılımı da budur. Zati ilahi hüviyeti ve Zati Nefsini bilmenin kapısı aralanmıştır. Allah ismi camisinin kapısından Zatına, hüviyetine ulaşmanın yolu belirtilmiştir.
Bunu ifade eden ayetlerde ise; “lâ ilahe illa hüve yuhyi ve yümit” (Araf/158) “O’nun ilahi hüviyetinden başka ilah yoktur, ilahi hüviyetiyle O yuhyi (hayat verici) ve yumit (hayatı sonlandıran) dır”.
“hüve yuhyi ve yumit” (Yunus/56) buyurarak bu vasıfların Zati hüviyetine-Zati Nefsine ait özellikler olduğunu vurgulamış ve bu vasıfları ile ilah olduğunu açıklamıştır.
“Allahu lâ ilahe illa hüvel hayyul kayyum” (Bakara/255/Ali-İmran/2) ayetiyle Allah ismi ile zuhurdaki hüviyetiyle ilahlığını ilan ettiğini ve ilahi hüviyeti ile hayy ve kayyum olduğunu ilan etmektedir.
Hayy ve Kayyum oluşu ilahi hüviyeti ve Zati Nefsinin temel vasıflarıdır. Ulûhiyetini ilan eden en önemli sıfatlarıdır. Diğer tüm mevcudat bu vasıfları O’ndan aldığından bu özellikleri taşımaktadır. O’nun ulûhiyetinin altındaki mevcutlardır. O’nunla mevcutlardır. Bu vasıflarını Allah ismi ile açığa çıkarmaktadır. Allah ismi camisi ise tüm ilahi isim ve sıfatlarını ve tüm açığa çıkış mertebelerini bünyesinde taşıyan ismidir Zat’ın.
Allah isimlerdeki ilk elif Ahadiyeti Zatını, ilk lâm Ulûhiyetini Zatını, ikinci lâm Risalet ve velayet mertebelerini, gizli elif ilahi muhabbeti he ise ilahi hüviyetini temsil eder. Hüviyetin ve Zati Nefsin açığa çıkması gerekli olan her şeyi bünyesinde bulundurduğundan kelime-i tevhid bunları açıklayan temel unsur olmuştur. “lâ ilahe illallah” ve “lâ ilahe illa hu” temel tevhid kelimeleri olmuştur. “Allah” ve “Hu” ise mertebeleri açısından bilinmesi önemli olan hususlardır ilahi Zatın. Bir örnekle belirtecek olursa Allah ve hu ile vasıflarını ve isimlerini açığa çıkarır.
“lâ ilahe illa hüvel azizül hakim” (Ali-İmran/18) “ilahi hüviyetiyle aziz ve hakim olandan başka ilah yoktur”
“hüve ala külli şeyin kadir” (Hadid/2) “ilahi hüviyetiyle her şeye kadirdir”
“İnnehu hüvel gafururrahim” (Hud/98)
“İnnehu hamidun mecid” (Hud/73)
Ayetlerini örnek verecek ilahi hüviyetiyle Hakk’ın TEK ve BİR, izafi hüviyetlerle mertebeler ve düzeyler açısından çok olduğunu ifade edebiliriz. Her nefis kendi mertebesinden temsil ettiği ve taşıyabileceği ilahi isim ve sıfatlardan hissesi kadar ilahi hüviyetten izler taşır. Bu nedenle Kur’an-ı natık olmak ve Kur’an ahlakı ile ahlaklanmak için nefsimizdeki isim ve sıfat tecellilerini hakkıyla yaşayarak izafi hüviyetimizi, ilahi hüviyet içinde eriterek Allah’ın boyası ile boyanmalıyız (sibgatullah). Kendi hüviyetimizi temsil eden nefsimizden açığa çıkan vasıfları ne denli Hakkani vasıflara bürünürse “hu sırrı”ndan o denli hissemiz olur. Allah indindeki yerimiz ve değerimiz artar. O kadar O’na benzer ve o kadar seviliriz. Bunun yolu ise Kur’an ile hemhal olmaktır. Peygamberin hüviyetine bürünerek O’nu yaşamaktır. Peygamber ahlakı ile ahlaklanmaktır. Bütün bu anlatılanları belirten ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:
“Hüvallahu vahidul kahhar” (Zümer/4)“İlahi hüviyetiyle Allah vahid ve kahhardır”
“Hüvellahüllezi lâ ilahe illa hu” (Haşr/23)“İlahi hüviyetiyle Allah’tır ki, İlahi hüviyetinden başka ilah yoktur”
İşte TEK VÜCUD HÜVİYETİNDE’de isim ve sıfatları ile seyran eden TEK ve BİR İLAH ALLAH’dır. O’na ulaşmanın ve Mutlak Tevhide ulaşmanın yolu ise bunları açıklayan Kur’an ve Sünnet-i Muhammedi’dir. Açılan hüviyetiyle şuhud edilir. Gizli hüviyetiyle hazine hükmündedir. “Alimülgaybı veşşehade hüverrahmanürrahim” (Haşr/23)
“Gaybıyla şehadetiyle bilendir, ilahi hüviyetiyle Rahman ve Rahimdir”
“Hüvellahu halikul bariul musavviru lehul esmaul Hüsna” (Haşr/24)
“ilahi hüviyetiyle Allah halıktır, baridir, musavvirdir en güzel isimler O’nundur (hüviyetine aittir)”
İşte bütün mertebelerde ilahi hüviyet en güzel şekilde ifade edilmiştir. MUTLAK TEVHİDİ içeren ayetlerdir.
İlahi Zati Hüviyetin, gayb-şehadet, evvel-ahir-zahir-batın hiçbir ilahi isim ve sıfatı dışarıda bırakmadan TEK ve BİR HÜVİYET le ve İlahi BEN likte topladığını belirten ayette şöyle buyurulmaktadır:
“hüvel evvel, vel ahiri vez zahiri vel batın ve hüve ala külli şeyin alim” (Hadid/3)“O ilahi hüviyetiyle evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır ve ilahi hüviyetiyle her şeyi bilicidir”
Bilinen ve şuhud edilen TEK HÜVİYET ve BENLİK’tir. İlahi hüviyet isimleri ve sıfatlarıyla izafi hüviyetlerde nefislerin mertebelerine ve düzeylerine göre çoğalmıştır. Bu ise VAHDET-İ VÜCUD ve VAHDET-İ ŞUHUD’un açıklanabileceği kadar ki açılımıdır. Özeti ise VÜCUD TEK ve BİR, MERTEBELERİ ve DÜZEYLERİ ÇOKTUR. Gizli hazine açılmış ve mertebelerinde açığa çıktığı düzeylerde izafi hüviyetlerle O’nu temsil etmektedirler. Açılmayan ve açılacak olan “hüviyet gaybı” ismiyle BENLİĞİN de kapalı kalmıştır. Dilerse açar, dilerse açmaz. Zaman ve mekan itibariyle tayin eden O’dur. Bunu belirten ayette ise şöyle buyurulmaktadır:
“ve hüve meaküm eynema küntüm” (Hadid/4) “Nerede olursanız O ilahi hüviyetiyle sizinle beraberdir”
Hak bütün taayyün ve tecelli mertebelerinde “hüviyet beraberliği” ve “maiyet beraberliği” içinde her şeyle birliktedir.
“Külli yevme hüve fi şan” (Rahman/29) “O ilahi hüviyetiyle her an bir şandadır, tecellidedir”
buyurarak her an, her durumda isim ve sıfatları ile tecelliler çoğaldığından TEK HÜVİYET çoğalmış olmaktadır. Daha önce belirttiğimiz gibi: Allah, TEK VÜCUD HÜVİYETİ ile Zatıyla kaim ve batın, Vücuduyla mevcud, sıfatıyla muhit ve tecelli, esmasıyla malum ve tecelli, kudretiyle fail, fiiliyle zahir, eserleriyle meşhud, batını ile sırdır.
MUTLAK TEVHİD (Vahdet-i Vücud – Vahdeti Şuhud) in özü, özeti sırrı bu cümlede saklıdır. Bu cümleyi idrak edip, hale çevirmek ise benliğini ilahi hüviyetle süslemektir ki, arzu edilen tevhid de budur. Bu da “Hu SIRRI” olarak ifade edilebilir. Daha iyi kavraması için “noktanın sırrı” ve “B sırrı” ile beraber okunması önerilir. Bütün bu bilgiler ışığında Hz. Resul (sav) e hitaben Allah şöyle buyuruyor:
“Fa’lem ennehu lâ ilahe illallah” (Muhammed/19) “Muhakkak bilki Allah’tan başka ilah yoktur”.
İşte bizlerden istenen Allah’ın bahsedilen TEK VÜCUD HÜVİYET’i ile ulûhiyet mertebesinden tecellide bulunduğu idrakine ulaşmamız ve MUTLAK TEVHİD ile yaşantımızı sürdürmemizdir. Bunun yolu da “Muhammeden Resulullah” hakikatiyle Kur’an ve Sünnet yolunda olmamızdır. Zatından, Zatına, Zatıyla ve isim ve sıfatlarıyla TEK VÜCUD HÜVİYETİN’de göründüğünü müşahede edip idrak etmemizdir. “Abduhu ve resuluhu” sırrıyla yaşamamızdır. Bunun yolu da “Hu sırrına” vakıf olmaktır. Hz. Ali (kv) bu sırra binaen “Ya Hu, ya men Hu, lâ ilahe illa hu” diye dua ederken, niçin böyle dua ettiğini soran kişiye Hu’nun ismi azam olduğunu açıklamıştır. Beyt:
Evvel ahir ne var ki Hu imiş,
Zahir batın ne var ki Hu imiş, Diyerek her mevcudu TEK VÜCUD HÜVİYETİ ile TEVHİD eder. Bütün peygamberler ve arifibillahlar “Hu SIRRI” na ulaşan zatlardır.
Zikrimiz esrâr-ı Hak’dır cânımız hayrân-ı Hû Fikrimiz bâzâr-ı Hak’dır bağrımız biryân-ı Hû Kalbimi ihyâ eden ol pâdişâhı Lemyezâl Gönlümüz mi’mâr-ı Hak’dır katremiz ummân-ı Hû Ders-i Hak’dan görmeyen bilmez bizim güftârımız Dersimiz envâr-ı Hak’dır sırrımız seyrân-ı Hû Tevhîd-i Zât-ı İlâhînin kemâlin söyleriz Sözümüz ahbâr-ı Hak’dır özümüz mihmân-ı Hû Dünyâ vü ukbâ hevâsın terk eden gelsin beri Azmimiz dîdâr-ı Hak’dır derdimiz dermân-ı Hû Dört kitâbın ma’nâsın keşf eyledik Hakk’el-yakîn Sun’umuz ol kâr-ı Hak’dır keşfimiz ol hân-ı Hû Enbiyânın evliyânın menzilinden al haber Cânımız ber-dâr-ı Hak’dır olmuşuz mestân-ı Hû Fakr içinde fakra erdik gayrı gitdi aradan Seyrimiz dîdâr-ı Hak’dır vaslımız vicdân-ı Hû İhtiyâr elden gidicek n’eylesin Ümmî Sinan Varımız ol var-ı Hak’dır nutkumuz irfân-ı Hû (Hz. Ümmi Sinan) Mehmet İzzet Aslın
************************************************************************************************
(DÜCANE CÜNDİOĞLU) dan.
“HU” ESMASI HAKKINDA
Sûfi dervişler niçin Hû diye diye zikredip dururlar? Zikir meclislerinin vird-i zebanı niçin hep Hûdur?
Bil ki bu, uzun bir zaman boyunca ve herhangi bir surette dile gel(e)memiş bir sorunun ifadesidir. Öyle ki sorunun makam-ı hakikîsi, çoğunluk tarafından fark da, zikr de edilmemiştir. Fark edilseydi, acaba önümüzde sadece lafzen değil, mânen de zikredilip hatırlandığını gösterir alâmetler bulunmaz mıydı?
Demek ki sorulmamış bir soru var elimizde; kıymetini bilmemiz, şefkatle üzerine katlanmamız gereken bir soru. Özenle sorulmalı bu yüzden. O denli özen gösterilmeli ki hayreti mucib olmalı, şaşkınlığa yol açmalı, aramızdan şaşakalanlar çıkarsa şayet, onları hâllerine terk etmeli de şaşkınlığın tevlid ettiği şevk-i tefahhus (curiosité) zail olmadan hemen yaklaşmalı soruyu dile getiren yârin diline. VE dahi cevabını bulmak için değil, aramak için, evet sırf aramak için, ilk kez olsun, bir kez olsun dile gelmiş, diliyle gelmiş şu sevgiliye merhaba demekten kaçınmamalı.
Hû’nun anlamının, nicedir mahcub (perdeler arkasında) bulunmasından ötürü fark edilmediği ve bu gerekçeyle üzerindeki perdenin kaldırılmaya çalışıldığı mı söylenmek isteniyor?
Hayır! Bilâkis Hû, o kadar açıkta, o kadar açıklıkta ki, üzerinde o denli parlak ışık huzmeleri var ki öylesine bildik lâfızlardan sayılıyor ki görüldüğü, bilindiği ve dahi tanındığı için kimse tarafından fark edilmeksizin hâline bırakılıyor.
Hû’nun gizlenmek için açığa çıktığı unutulduğundan, Hûnun açıklanmaya, açık kılınmaya ihtiyacı olduğu asla ama asla düşünülmüyor. Her daim telâffuz ediliyor ve lâkin telâffuz edilen her defasında kavranılmadan kalıyor. Herhangi bir sorunun konusu kılınamamış olması da bu yüzden.
Sorarsak her hâlde şöyle bir cevap alacağız: Hû, Arapça’da üçüncü tekil şahıs zamiri ‘o’ karşılığında kullanılan hüvenin kısaltılmışıdır ve ‘Allah’ demektir. Dervişler de hû çekmek suretiyle Allah Teâlâ’yı zikretmiş, böylelikle O’nu anmış olurlar. Binaenaleyh arada pek bir fark yoktur.
Bu cevapla yetinilmeyip ismi var iken niçin bir zamir aracılığıyla Allah Teâlâ’nın anıldığı sorulur da biraz daha tafsilât istenirse, muhtemelen şöyle bir açıklamayla karşılaşılacaktır:
Arapça da biz gibi çoğul zamirler nasıl tâzim ve tekrim (ululamak) için kullanılırsa, gaib’e (uzağa) işaret eden zamirler de aynı maksatla kullanılır. İsm-i zat olan Allah adı yerine, bu ismin yerini tutan O (hüve) zamiri tazim ve tekrim maksadıyla kullanılır, vs.
Hû (hüve), esma-i hüsnâ listeleri arasında yer almıyor; zira hüve —zahire nazaran— bir isim değil, aksine zamir, üstelik zamir-i gaib! Acaba “Hayy’dan gelen Hû’ya gider” deyişinde geçen Hû, tıpkı “Allah’tan geldik, dönüşümüz yine O’nadır” kavl-i keriminde olduğu gibi zamir olarak mı kullanılıyor?
Cevap vermekte acele etmeyelim de biraz daha düşünelim. Meselâ “Edeb yâ Hû!” ifadesinde geçen ve zahirde “üçüncü tekil şahıs zamiri” olarak kullanıldığı sanılan Hû’ya nasıl olup da nida edatı olan yâ (=ey) ile hitap edilebiliyor? “Ey sen!” denildiği gibi, burada da “Ey O!” deniliyor olabilir mi? Türkçe de kaba bir ifade biçimine bürünmüş olan “Yok yahu!” tabirindeki Hû da sanırım bu kullanımların yanına yerleştirilebilecek bir haysiyette değil.
Soruyu belirgin kılmak için konunun etrafında dolanmayı sürdürelim ve soralım:
Dervişler “Hû, Hû” diye zikrederlerken, hakikaten gayba veya gaibe işaret ediyor olabilirler mi? Eğer böyle ise, cevap verilmeli değil mi, aynı zamanda bu dervişler niçin Hû’yu karşılarına almaktan kaçınmayıp kendilerini bile bile “yâ Hû” diye seslenen münadiler hâline getiriyorlar?
* * *
Son bir değini: İhlâs Suresi Kul hüve Allahu ehad… diye başlıyor ve meâl sahiplerinin çoğunluğu bu ifadeyi, “De ki: O Allah birdir” şeklinde Türkçeleştiriyorlar. “O Allah” terkibinde geçen ‘o’ zamirinin istikameti, ne gariptir, tıpkı ‘Bu kitap’ veya ‘Şu kalem’ terkiplerindeki işaret zamirlerinin kullanımında olduğu gibi kendisinden sonra gelen sözcüğe (Allah lafzına) doğru. Oysa mezkûr surede geçen hüve (o), işaret zamiri değil, şahıs zamiri. Şahıs zamirleri ise, işaret zamirlerinin aksine kendilerinden önce geçen isimlerin yerini tutarlar.
Bu durumda, nasıl oluyor da zahiren şahıs zamiri durumunda olan hüveye (=o), hiç düşünmeden “Bu Allah”, “Şu Allah” gibi işaret zamiri mânâsı verilebiliyor da “O Allah” deniliyor.
Cevabı bilmiyoruz, zira soruyu bilmiyoruz. Soruyu öğrenmeye başladık, belki bir gün cevabı da öğrenebiliriz! Ne diyelim, nasib yâ Hû! Yani, sadece edebimizi değil, nasibimizi de artır yâ Hû!
Akl-ı kasırhanemizce nasib edeb’e tekaddüm eder göründüğünden, o halde bize önce nasib, sonra edeb ihsan eyle yâ Hû! Kime yalvaralım, hâlimizi kime arz edelim; burada senden başkası yok ki yâ Hû!
* * *
Tekrarlamak zorundayız: Uzun bir zaman boyunca ve hiçbir surette sorulmamış bir soru var elimizde. Hû’nun anlamını bilmediğimiz kesin. Anlamını idrak etmediğimiz, edemediğimiz bir şeyin ehemmiyetini nasıl idrak edebiliriz? Elbette edemeyiz.
Demek ki biz Hû’nun sadece anlamından değil, ehemmiyetinden de haberdar değiliz.
Soru cevaptan önce gelir. Sorulmamış bir sorunun cevabı olabilir mi? Olamaz. Demek ki önce cevapsız bir soruyu dile getirmek, yani önce sorunun konusunu fark etmek zorundayız.
Hû sorusu, uzun bir zaman boyunca ve hiçbir surette sorulmamış bir sorudur. Bu hususa işaret edildi. Hû fark edilseydi, muhakkak ki zaman içinde herhangi bir sorunun konusu haline gelmiş de olurdu. Olmadı. Sorunun konusunun ortada olmadığı söylenemez; zira Hû hep ortadaydı, O her yerdeydi ki hâlâ da öyledir.
Hüvenin hüviyeti fark edilmediği içindir ki bir türlü soru konusu olamadı. Hû hiç dile gelmedi, denemez, dile geldi; fark edilmeden dile geldi ve zaten bu nedenle bir sorunun konusu olamadı. O hâlde denebilecek olan şudur: Hû fark edilmeksizin ve tabiatıyla soru suretine bürünmeksizin dile geldi.
* * *
Şimdi Hû’dan bahs edeceğiz, yani onu bahsimize mevzû kılacağız. Bahs, lügatte, bir şeyi aramak maksadıyla toprağı eşelemek, kazmak demek olduğundan, biz de Hûnun toprağını eşeleyecek, özünün, etrafındaki curufâttan ayrılmasını sağlayacağız. Bahsimizi birlikte gerçekleştirdiğimizden Hû’yu sadece bahsin değil, isteşlik bildiren mübahasenin de mevzûu (konusu) haline getireceğiz. Aradığımızı bulursak, bulduğumuza birlikte atf-ı nazar eyleyeceğiz; yani sadece mübahase ile yetinmeyip “karşılıklı bakmak” anlamına gelen münazaraya da koyulmuş olacağız. Görevimiz bahs u münazara. Çünkü Hû’nun özü, uzun zaman boyunca bahs u münazara mevzûu yapılmadı.
[Batılıların diyalektik adını verdikleri ilmin bizim geleneğimizdeki karşılığı, yaygın olarak kullanılan İlm-i Cedel değil, Âdab’ul-Bahs ve’l-Münazaradır; yani soruşturulacak konuyu, toprağı kazar gibi lafız, kavram ve yargı yığınları arasından seçmek, ayıklamak ve sağlam sorularla yola koyulmak (=mübahase); ardından da soru konusu haline gelmiş özün ne olduğuna, hakikatine bakmak (=münazara).]
* * *
Hûnun özünü merak ediyor muyuz? Hayır! Etseydik sorardık. Oysa bu soru henüz soruluyor. Merak edebilmemiz için, bilmediğimiz bir şeyle karşılaşmalıyız; daha açıkçası karşılaştığımız şeyi bilmediğimizi bilmeliyiz.
Bilmediğimizi nasıl bilebiliriz? Bilmediğimizi bildiğimizden nasıl emin olabiliriz? Şaşmakla elbette. Şaşan ve şaşıran kişi, bilmediğini bilen kişidir. Bilirse kişi şaşmaz; zira bilen kişi şaşmaz. O hâlde elimizde şaşmaktan (hayretten) başka hiçbir ölçüt yok. Şaşarsak, şaşırabilirsek, bu takdirde merak da edebiliriz. Merak edersek sorarız, yani bizi şaşırtan o şey neyse, ona daha da yaklaşmak isteriz. Bilinç düzeyinde bilinecek nesneye yaklaşmanın biricik yolu soru sormaktır çünkü.
Hûnun özüne yaklaşmak için soru sormayı sürdürmeliyiz. Böylelikle onun ne olduğunu değil sadece, ne olmadığını da bilmeye çalışmalıyız.
* * *
İhlas Suresi’nin girişindeki hû, işaret zamiri değil, burası açık. O halde —daha önce işaret edildiği üzere— şahıs zamiri olması gerek. Oysa burada hû’nun öncesi yok. Çünkü sure şöyle başlıyor:
De ki: O. Sormak gerekmez mi: Hangi O?
Zamir, adı üstünde, isimle mukayyet olan, ismin yerini tutan demek. Hâlbuki metinde zamirden önce geçen bir isim yok! Buradaki hû, hangi ismin yerini tutuyor, bu meçhul! Surenin girişindeki cümle, bir isim cümlesi. Hûnun bu cümlenin öznesi olduğu ne malum, belki de yüklemi!
Metnin bir soru üzerine nazil olduğu ittifak edilmiş bir mesele. İlk muhatabların “O nedir?” (Mâ hüve?) diye sordukları ve bunun üzerine bu surenin inişiyle mezkur cevabın verildiği bilinmekte. Bu durumda, o nedir, sualinin cevabı şöyle olmaz mı: O o’dur, O Allah’tır, O birdir.
Hû’dan bahs etmeyi sürdürelim: Sorudaki Hû ile cevaptaki Hû acaba aynı Hû mu? Acaba cevapta geçen Hû, ‘o’ anlamına gelen bir zamir olmayabilir mi, tıpkı “Edeb yâ Hû!”, “Nasib yâ Hû!” deyişlerinde geçen Hû’nun ‘o’ anlamına gelen bir zamir olmadığı gibi?
Hûnun özünü, hâlâ kendisine atf-ı nazar edecek kadar açıklığa getirebilmiş değiliz. Toprağı eşelemeye devam etmeli, Hûnun yüzünü bize göstermesi, gösterebilmesi için çapalamayı sürdürmeliyiz. Yunanca on to (var/varlık) sözcüğünü karşılamak maksadıyla Arapça da önce hüve ve hüviyet, sonra vücut ve mevcut sözcüklerinin kullanıldığını hatırlayalım. Meselâ “varlık olarak varlık” veya “var olması bakımından var olan” karşılığında İslâm Felsefe ve Kelâmında kullanılan terim şudur: min-haysu-hüve-hüve.
* * *
Bahse şimdilik son vereceğiz ve bulduğumuza kısaca şöyle bir nazar atfetmekle yetineceğiz: “Edeb yâ Hû” deyişinde geçen Hû, “Vücud/Varlık” anlamına gelir ve kabaca Bizi terbiye eyle ey VARLIK demektir. Sûfiler “Hû! Hû!” diye zikrederlerken gayba ve gaibe değil, bilâkis her yerde varlığını duydukları, duyumsadıkları Varlık’a işaret ettiklerini ve Varlık, Varlık, Varlık diyerek VARLIK’a ve VARLIK’ın birliğine şehadette bulunduklarını yakînen ve iyanen bilmekte idiler. Bilmeyen onlar değil, biziz. Hâl böyleyken, kime yalvaralım, hâlimizi kime arz edelim, burada senden başkası yok ki ey VARLIK! (DÜCANE CÜNDİOĞLU) http://ducanecundioglusimurggrubu.blogspot.com.tr/2012/11/hu.html
********************************************************
HÜVE İSMİ ŞERİFİ.
Bil ki bu isim ehli tasavvuf katında tahakkukun nihayetinden haber vermektedir. Zahir ehline göre ise sözün tamamlanması için habere ihtiyaç duyan mübtedadır. Tarikat ehline göre ise hiçbir şeye ihtiyaç duymamaktır. Zira “Hüve” ismi şerifi tam bir cümle anlamı ifade etmektedir ve kendisine bağlanılacak veya kelime/kelimeler grubu takdiri gibi başka bir şey söz konusu olmaksızın tam anlam ifade eden bir kelamdır/cümledir. Zira bu Kurbiyetin hakikatlerinde onların/ariflerin helak olması ve Hakk zikrinin onların sırlarını istila etmesidir Böylece onların kalplerine başka bir şey girmemektedir her beyandan uzak durup bununla yetinirler.
İ.Ebubekir İbn Furek şöyle der; “Hüve” kelimesi iki harftir “ha” ve “vav” harfleri. “Ha” harfi boğazın en son noktasından çıkar ve mahreçlerin en sonuncusudur. “Vav” ise dudaktan çıkar ve mahreçlerin ilkidir. Buna göre “Hüve” sözcüğü her sonradan olanın O’ndan başladığına ve her şeyin sonunun O olduğuna ve O’na işaret etmektedir. Allah (Kur’an da) “O ilktir sondur.” (Hadid/3) buyurmaktadır.
İşaret ehlinden birisi şöyle dedi Allah Teâlâ “Hüve/O” sözüyle sırları açan, “O” isminin dışındaki diğer isimlerle ise kalpleri açandır.
Denilmiştir ki Âşıkların keşfi “Hüve/O” sözüyle, Müheymin kulun keşfi “Allah” lafzaî celaliyle, Âlimlerin keşfi “Ehad” sözüyle, Akıllıların keşfi “Samed” sözüyle, Avam’ın keşfi ise “Lem yelid ve lem yûled Ve lem yekün leHÛ küfüven ehad.” Buyruğuyladır. (Abdülkerim Kuşeyri/ Şerh-i Esmâillahil Hüsnâ)
**********************************************************
“HU” VE AÇIKLAMASI
“Hû” Sûfilere göre, Allah’ın zatına işaret eden ismidir. Arapça ‘da üçüncü tekil şahıs zamiri olan Hû (hüve) ilk tasavvuf kaynaklarında, cem’ halini yaşayan sâlikin tevhid anlayışını ifade etmek amacıyla “Hû bilâ Hû” ifadesi içinde kullanılmıştır.(1) Baklî de bu ifadeyi “aynü’lcem’ makamı” anlamında yorumlamıştır.(2)
Muhyiddin-i Arabi Hz.leri’ne göre “Hû”, hiçbir varlığın müşahede edemeyeceği Allah’ın mutlak gayb ve sır olan zatına işaret eder ki, bu da Hadis-i Şeriflerde ifade edilen ihsan makamının karşılığıdır.(3)
“Hüviyyet-i mutlak, sırrı vücûd, gaybı mutlak, amâyı mutlak” gibi tabirlerle de vücud mertebelerinin ilki olan bu makama işaret edilir. “Hû” bazı mutasavvıfların lâhût, ceberût, melekût ve nâsût şeklinde sıraladıkları varlık mertebelerinin ilki olan ve künhi zâta tekabül eden lâhût mertebesidir.
Bu mertebe, Allah’ın bütün isim ve sıfatlarının bâtını ve hakikatidir. Necmeddin-i Kübrâ Hz.leri’nin telakkisine göre Allah’ın ismindeki elif ve lâm, harfi ta’riftir. Lâm harfinin şeddeli olması, tarifte mübalağa içindir. Dolayısıyla Allah’ın isminin aslı “he” harfidir. Böylece canlıların alıp verdikleri her nefeste Allah’ın ismi olan “he” sesi vardır. Alınan her nefesteki “he”nin kaynağı kalp, verilen nefesteki “he”nin kaynağı ise arştır. “Hû” kelimesindeki “vav” ise ruhun ismidir.(4)
Kelâm âlimi Fahreddin er-Râzî gerek tefsirinde, gerekse “Levâmi’u’l-beyyinât” adlı eserinde konuyu tasavvufi bir anlayışla yorumlamıştır. Râzî’ye göre İhlâs sûresinin ilk üç kelimesi “Hû, Allah, ahad” üç makamı ifade etmektedir: “Hû” mukarrebûnun makamı olup makamların en yücesidir. Buna göre bizatihi var olan sadece O’dur. O’nun dışındakiler mümkün varlıklardır ve yok hükmündedir.
İkinci kelime olan “Allah” Ashâbı yemîn’in makamıdır. Bu makamda olanlar Hakk’ı ve halkı mevcut bilirler. “Ahad” ise, Vâcibü’l-Vücüdun birden çok olabileceğini düşünen Ashâb-ı Şimâl’in makamıdır. [5] Aynı müellife göre bu üç kelimeden “Hû”, Kur’an’da nefs-i mutmainne [6] mukarreb ve sâbık [7] diye anılanların mertebesine işaret eder. Allah “muktesıd” [8] diye anılan Ashâb-ı yemîn’in mertebesidir. Bu aynı zamanda nefs-i levvâme mertebesidir. “Zâlimün linefsihi” [9] olan Ashâb-ı şimâl, ise nefs-i emmâre sahibidir. Râzî bu üç kelimeyi Şeriat, Tarikat ve Hakikat, mertebelerine de tatbik eder.( 0)
İlk dönem sufilerinin kelime-i tevhidi ve Allah ismini zikir maksadıyla tekrar ettiklerini bilinmekteyse de “Hû” nun aynı zamanda tekrar edilmesi özellikle tarikatların teşekkülünden sonra yaygınlık kazanmıştır.
Sûfilere göre zikrin en faziletlisi Allah’ı bir şey isteme anlamı taşımayan bir ifadeyle anmaktır. Bundan dolayı talep anlamı taşımayan ve Allah’ın zati ismi olan Hû da en faziletli zikir telakki edilmiştir.
İmam Ali’nin çok defa “Ya hû, Ya men Hû, Lâ ilâhe İllâ Hû” diye zikrettiğinin sebebi kendisine sorulduğunda “Hû” nun İsmi-Azam olduğunu söylediği rivayet edilir.
Gazzali’de Lâ ilahe İllallâh avamın tevhidi Lâ ilâhe İllâ hû havassın tevhidi olduğunu söyler.
Allah hangi isimle zikrediliyorsa o ismin feyz ve tecellileri istenir. Mesela Kerîm ismi ile ihsan Şâfî ismi ile şifa umulur. “Hû” ismiyle yalnız O’nun zatı istendiğinden bu ismin tecellisi kâmil bir keşiftir.
Seyr-i sülüklerini Allah’ın bazı isimlerinin belli sayıda tekrarlamak suretiyle gerçekleştiren tarikatlerde (Tarık-ı Esma) sâlik nefsi emmare mertebesinde “Lâ ilâhe İllallâh”,Nefsi Levvame mertebesinde “Allah” Nefsi Mülhime de “HÛ” ismiyle zikir yapar. Böylece sırayla tevhid-i ef’al, tevhid-i sıfat ve Tevhid-i zat makamlarına ulaşır.
Mutasavvıf şairlerin “Hû” kelimesi ile biten şiirlerinin bir kısmı ilahi olarak bestelenmiştir “Hû” kelimesi tarikat folklorunda çeşitli anlamlarda yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Mesela Dervişler birbirlerine hitap ve cevap amacıyla “Hû” derler Tekkeye girmek isteyen kişi izin almak için “Destur” der, içeriden “Hû” sesi gelirse girebilir. Tekke hayatında geniş bir uygulama alanı bulan gülbankler “Hû” diye sona erer. “Ya Hû”, “Bu da geçer Ya Hû”, “Hoş gör Ya Hû”, “İllâ Hû”, “Edep Ya Hû” çekmek mutasavvıfların yanında halkında çok sık kullandığı ifadelerdir.
Allah’ın yetkinliğini, yüceliğini, aşkınlığını dile getiren “Hû”, “O” sözcüğü içeriğinde ki genellik nedeniyle Allah’ın insanlar tarafından bilinmeyen bütün yönleriyle, evrende ki bütün tecellileriyle tanıtmayı ve onaylamayı amaçlar.
Bu bedenle ünlü düşünür İman-ı Gazzali “Mişkatül- envar” adlı eserinde avam’ın (sıradan insanlar) tevhidinin Lâ ilahe İllallâh (Allah’tan başka ilah yoktur sadece Allah vardır), Havassın (Bilgeler, sûfiler) tevhidinin “Lâ ilâhe İllâ Hû” (O’ndan başka ilâh yoktur.” biçiminde olduğunu belirtir. Buna göre “şey” ler O’nun yansımasıdır, her şey O’nda başlar, O’nda biter.
Arap abecesindeki “He” harfinin iki gözlü biçiminden esinlenen bazı sûfîler “Hû” sözcüğünden “Allah’ın her şeyi gören gözleri”, “İki tarikat büyüğünün birleşmesi”, SÛfînin Allah’ta fani olması” gibi simgesel anlamlar çıkarırlar.
Tarikatlarda “Hû” sözcüğü ile yapılan ve “HÛ” çekmek diye adlandırılan zikir çok yaygındır. Örneğin Mevlevilikte Mürit “Destur” diyerek izin ister, içeridekiler “Gir” anlamına “Hû” diyerek karşılık verirler. Sema ayini sonunda da ”Dem-i Hz.Mevlâna, sırrı Şems-i Tebrizî, Kerrem-i İmam Ali, Hû diyelim” denilerek ayine katılanlar uzunca bir “Hû” çekerler. (11)
Hû Kur’an okumada, zikirde, ezan okumada, kamet getirmede, namaz kılmada, cenaze de, nefes vermede, getirilen tekbirlerde mevcuttur (Cenaze defninde 15 defa evde 15 defa yerde, 15 defa kabirde, 15 defa da cenazeyi defnettikten sonra evde okunan Kur’an ın sonunda çekilen tekbirlerde “Hû” çekilir.
İnsan ister istemez “Hû” ile meşgul olmaktadır Müslüman biri “Hû” olmadan ibadet yapamaz. Kur’an okumanın sonunda okunan surelerin sonunda getirilen tekbirlerin (AllahuEkber) içinde “Hû” çekilir ve adedi 15 tir. Günde 5 vakit okunan ezanlarda (Allahu Ekber) ezanın tekbirlerinde müezzin “Hû” der. 5 vakit farz namazların evvelinde getirilen kamette de çekilen “Hû” ismi şerifidir
24 saatte kılınan namazların tamamında toplam olarak 229 defa tekbir söylenir. Ve bu tekvirlerde “Hû” çekilir. Ramazan da teravih namazında 20 rekâtta çekilen “Hû” sayısı 105 adettir. Teravih namazında hoca cemaate 105 defa “Hû” çektirir. “Hû” her çekilen tekbirlerin içindedir. Namaz içinde çekilen her tekbirin (Allahu ekber) içinde 1 adettir.
Kur’an okumanın sonunda çekilen tekbirlerin her birinin içinde 5 er defa “Hû” vardır. AllaHû ekber AllaHû ekber Lâ ilâhe illallâHû VallaHû ekber AllHû ekber ve lillâhil hamd)
Sabah ve akşam namazlarının ardından diyanet işleri başkanlığının görevlileri olan hocalar, el Haşr suresinin 22., 23, ve 24. Ayetlerinde 6 şar defa “Hû” çekerler Tüm Müslümanlar da ferdi olarak bu ayetleri okurlarken 6.şar defa “Hû” çekerler.
Rivayete göre insanda 24 saatte 24.000 nefes vardır. Her nefesi alıp verişlerinde insanoğlu Müslüman olsun olmasın her gün 24 saatte 24.000 defa “Hû” çeker ama o çektiği “Hû” dan gafildir. Çünkü dinini iyi bilmediklerinden dolayı bilmediklerine düşmanlık etmektedirler.
İnsanın her nefesi son nefestir. Bir nefes insana ömründe bir kere gelir, ikinci gelen nefes başka nefestir. Bunlar teşbih gibi bir biri ardınca dizilmişlerdir. Bu nefesler üzerine memur olan melek, her nefes insandan ne hal üzerine çıkarsa, mühürler ve saklar. Rûzi ceza da meydana çıkarılarak mühür açılınca ne hal ile mühürlenmişse o hal ve kıyafette zuhur eder.
Bir kimse erginlik çağına girdikten sonra, ölünceye kadar kaç nefes alıp vermişse, her nefesten sırasına göre on beş kere sual eder. buyuruldu. (12)
Aziz değerli ruh kardeşim sakın nefeslerinden gafil olup zarar ziyana uğrama. Nefeslerinin her birini bir inci mercan gibi bil, değerlendirmeye gayret et. Bir günde 24 saat vardır ve 24.000 kere nefes vardır. Her nefes bir kitap ve bir dosyadır bir gün içerisinde ki nefes kitaplarının sayısı da 24.000 dir. Her kitabın içinde de 15 hesap vardır. Bu sebeple 24.000 nefesi 15 ile çarparak hesap edersek bir günde Cenab-ı Hakk kullarına ” 360.000 defa hesap soracaktır. Bu hesaplar nefes, kitap ve dosyaları kıyamet günü tek bir kitapta toplanarak Cenab-ı Hakk; “Ala kitabını oku” buyuracağı gün o kitap ta sunulacaktır. (13) Çünkü bu nefesler bir daha geri gelmez bilmiş olasın. Hiçbir bilim ve ilim mensupları “Hû” yu inkâr edemez. “Hû” çekmek belirli bir topluluğa ait değil aksine bütün yaratılanlara mahsustur. Çünkü “Hû” ayeti kerimelerle sabittir. Kur’an ı kerimde “Hû” esmasının geçtiği nice ayetler vardır. Uzun süre diye ayetleri buraya yazmıyoruz. (Kadiri – Tasavvuf)
1 – Zeccac say/438
2 – Meşrebül-ervah say/282
3 – El Fütuhar say/128
4 – Tasavvufi hayat say/141 Türkiye Diyanet vakfı İslam ansiklopodisi c-18, say/ 260
5 – Mefatihül- Gayb xxxıı – 179
6 – El Fecr/27
7 – El Vakıa/101
8 – Fatır/32
9 – Fatır/32
10 – levaimül beyyinat say/111
11 – Büyük larousse cilt 11 – say 5405
12 – Miftahül Kulûb say / 307
13 – İsra/14
http://www.gavsulazam.de/turk/tasavvuf/hu.htm
**********************************************************
Bunu paylaş:
- X
İlgili
Từ khóa » Hu Esmasının Ebced Değeri
-
Sorularınız>Ya Hû Arapça Yazılışı Ve Ebced Değeri - Havas Okulu
-
Allah Kur'an-ı Kerim'in Bazı Ayetlerinde "Ben" Veya "Biz" Yerine "o ...
-
(Hz. Allâh'ın HÛ Ism-i şerîfinin Ebced... - Sarikaya Rüzgari | Facebook
-
Ya Allah Ya Hu Ne Için Okunur? - Popüler Sorular
-
HÛ - TDV İslâm Ansiklopedisi
-
Hüseyin Isminin Ebced Değeri - Özgül Yıldız
-
"ALLAH "ZİKRİ'NİN FAYDALARI - Mutluluğun Şifresi
-
Hüseyin Isminin Raporu - Bakalım Kimmiş?
-
Tag : Hüseyin Ismi Esmasının Okuma Sayısı - Ebced Değeri
-
Esmaların Ebced Değeri
-
El-Müheymin Ne Demek? El Müheymin Esması Türkçe Anlamı Ve ...
-
Er-Reşid Ne Demek? Er Reşid Esması Türkçe Anlamı Ve Ya Reşid ...
-
İsminizin Ebced Değeri..isminize Bakan Esma Nasıl Bulunur?
-
Isim Ebced